top of page
  • Writer's picturegülce gürses

Değişim





Yepyeni bir başlangıç, yoğun geçen üretim süreci sonrasında gelen o kaçınılmaz kafa ve beden yorgunluğu… Kaçan bir yaz mevsimi ve yetişilemeyenlere duyulan suçluluğa rağmen en sonunda 2 günlük kamp tatili için yola düşüyorum. Çoğu tanıdık, hem de fazlasıyla yaşanmışlığımın olduğu yerlerden uzun zaman sonra ilk defa geçince de, mevzu tatil moduna girmeden önce bir başka hal alıyor. Son birkaç yılımın Z Raporu saniyeler içinde dökülüyor zihnimin zembereğinden…


Hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünmek değil aslında, bazı şeylerin her an kökünden değişebileceğini aklına bile getirmemek anlatmaya niyetlendiğim… Tıpkı birgün öleceğimizi bildiğimiz halde, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama halimize benziyor bu durum.


Düşünsen, “A olabilir yaaa! Bir gün şu da değişebilir” Dersin… Rahatın yerindeyken, her şey olduğu gibiyken bunu diyebilsen bile, bu kadarcık farkındalık, değişimin tam göbeğindeyken çoğu zaman hiçbir işine yaramaz…


Sürekli bir şeyler değişebilir kaygısıyla, hani her an deprem olabilir korkusuyla yaşanmaz pek tabii, kastım bu değil… kastım Japonlar…:)


Adamlar hayatları boyunca her an deprem olma ihtimalinin ne kadar da yüksek olduğu bilinciyle büyüyor. Olduğunda da depremin öldürmediğini, binaların öldürdüğünü bildiğinden, güven duydukları yapılarda süreci geçiriyor. Bu kadar şanslı olmayanlar da olabilir muhakkak ama onlar da soğukkanlılıkla önlemlerini alıyor. Olay anında başı kesik tavuk gibi oradan oraya koşmuyorlar. Camlardan, pencerelerden atlayan Japon duydunuz mu hiç?


Neyse sapmayayım…


Değişim de deprem gibi aslında, tek farkı özel bir bölgesi ya da coğrafyası olmaması. Hepimiz için kaçınılmaz, hepimiz için gerçek, olacak, oluyor ya da olmuş… Tekrar tekrar da olacak…

Kaçamayız, savaşamayız ama onunla birlikte değişebiliriz. Onun titreşimlerinin ruhumuzdan geçmesine izin verebilir, korkuyu bırakıp onunla dönüşebiliriz…


Çocukluğumdan beri gittiğim Balıklıova köyüne girerken Emre’yle konuşuyoruz... Halamın evinin civarından geçiyoruz. Her yaz, kendimi bildim bileli orada, sevgili eşi Orhan amcamla, kuzenlerle geçen günler, yapılan çiğ sarmalar, evin önünden akan azmak, halamın sabah uyandığımızda çoktan denize gitmiş, kahvaltı hazırlarkenki hali, ıslak saçları, şile bezi efil efil elbiseleri… Orhan amcanın kimseyi uyandırmamak için masaya usul usul taşıdığı tabaklar…


Kuzenler başka ülkelerde şimdi, Orhan amcayı kaybedeli iki yaz geçti. Halamın kalbi yoruldu, deniz şöyle dursun, iki adım attı mı yorgunluk çöküyor. Evi kiraya vermişler bu yaz, kim bilir kimler ne anılar biriktiriyor şimdi ama biz değil… O günler geride kaldı, her şey değişti. Neyseki azmak hala usul usul akıyor evin önünden… Değişimin içinden geçip de aynı kalanlar garip bir huzur veriyor yinede:)


O evde olduğumuz zamanlarda bir gün, Atay’la henüz evliyiz, eski bir dostum Aytaç’ın, Mordoğan yolunda çalıştığı balık çiftliğine gidelim dedim. Yolumuzun üzerinde bir ev gördük, tepeye doğru uzanan, çam ağaçlarının içinde, denize yüzünü dönmüş, bize yukarıdan bakan bir ev.


O gün Aytaç’la edilen sohbetlerin sonrasında annem ve babama evi anlattık, halamlarla beraber gidildi bakıldı, aynı hafta cepte beş kuruş birikmiş yokken alındı o ev. Rahmetli kayınpederim yani seçilmiş baba ve annemin destekleriyle…


Her gün gittik geldik o yolları, annemle, Atay’la, bazen hep beraber… Her sabah, her akşam…


Sabah işe gitmeden ve akşam yatmadan yapılan yüzme seansları, yan evi kiralayıp atölye yapışımız, Atay’ın ilk sergisi, ailemize katılan Şiroş’un ilk defa o eve gelişi, evle hayatımıza giren Lucky, Maya, küçük dostlarımız, hayatımızın onlar gidene dek vazgeçilmez parçası oluşları…


Neşeli bayramlar, ailecek toplanmalar, bazen dostlarla doluşup evi ele geçirdiğimiz mangal ateşli haftasonları…


Kayınpeder gideli çok oldu. Başka telaşlarla biz de savrulduk oradan, sonra ablamlar Hollanda’ya taşındı, biz atölyeyi kapattık, Lucky, Nane, Maya öldü… İşler değişti, ev satıldı, bizimkiler eski memleketlerine taşındı, yeni bir eve, eski dostlarla muhabbetlere… Biz Atay’la ayrıldık, orada hep beraber eğlendiğimiz dostlardan da ayrılanlar oldu.


Şimdi erkek arkadaşımla başkalarının anı topladığı o evin önünden, her gün denize girdiğim plajından, Aytaç’a giden yoldan geçiyorum. Aaa! Unuttum. Aytaç da Almanya’ya taşındı, bıraktı bu işleri…


Şimdi alt alta bunları yazınca çok çarpıcı, sarsıcı bir manzara çıkıveriyor. Hepsi bir günde olmadı muhakkak ama oldu, her şey değişiyor, kimi istemsiz, kimi seçerek…


Emre’ye anlatıyorum geçerken, onun da hayatında neler neler değişti, off…


Değişim bir doğa olayı. Bazen sadece bozan hava, bazen gümbür gümbür gelen bir deprem, kıyıları döven dalga, ormanları yakan alev bazen… Önünde durup dikilmeye çalışmak nasıl da boşuna bir çaba… Durup dövüldükçe, yandıkça, yıkıldıkça daha çok acıtan… Bu defa direnmek değil, esmek gerek onunla, savrulmak, bazen uzaklara… Yüzmek akıntıyla, öğrenmek, benimsemek gerek varlığının kaçınılmazlığını ve gücünü, saygı duymak gerek o güce…


Geçiyorum yanından bir zamanlar hiç değişmez sandıklarımın… İçimde garip bir hüzün ama daha çok, olan her şeye ve içinde benimle anı paylaşan herkese duyduğum saygı, sevgi ve minnetle…


Kendi küçük hayatlarımız değişirken dünya da değişiyor. En çok kötü olan değişimler pirim yapıyor, gözümüze sokuluyor çünkü korku ve huzursuzluk bulaşıcı. Bu duygular bulaşıp yayıldıkça daha da ihtiyaç duyalım istiyorlar çobanlara, kurtarıcılara, ne olursa, kim olursa olsun, bizi bu karanlıktan çekip alsın, yeter… Ya da yetmez, ama olsun…


Olmasın arkadaş!


Kimseye çoban, sahip rolü vermeyin… Siz varsınız ve olduğunuz sürece yaptığınız ya da yapmadığınız herseyden de yine siz sorumlusunuz!? Ne çobanlar, ne keçiler, ne de sahipler!


Şu dünyada ne az insan tüm dünyanın üzerine vazife olmayan sorumluluklarını alıp altında yok yere eziliyor. Ne çok insan da var ki önüne gelene bilet kesip, zerre sorumluluk almayıp etrafındakileri ezip geçiyor. Yine mağdura ve yine zalime varıyor tüm yollar!


Ben de değişiyorum. Yıkılmaz bir anıt gibi durarak değil, bir ağaç gibi yaşamayı diliyorum hayatı… Her gün bir toprağa değil, hayata kök salarak, büyüyüp yeşillenerek, tohumlarıyla savrularak, rüzgarda uçuşarak, yağmurlarında ıslanarak, bazen yanıp küllerinden yeniden doğarak, üzerinde kuşları böcekleri ağırlayarak, aldığı her nefeste karanlığını sevip, aydınlığa, güneşe yüzünü dönerek, her mevsimin tadına vararak…


Kimseden beklemeyin mucizeyi. Ne mağdur, ne de zalim, ikisi de siz değilsiniz, olmayın… Değiştirin bu saçma düzeni! Siz değişin, dünya değişsin…




5 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page