top of page
  • Writer's picturegülce gürses

Korku'nun Hafızası



Dün gece saat 01 etrafı bir yerlerde yattım. Çok uykum gelmişti, sağdan sola döndüm mü onu bile hatırlamıyorum. Hesapta derin, uzun, tatlı bir uykuydu beni bekleyen, olmadı.


Yattığım yerden sıçrayarak uyandım. Her yer karanlık, kalbim saatte 90’la atıyor (saatime bakınca gördüm pek tabii) vakit 02:20…

Tam bir embesil, ayılamamış, neden uyandığını bile bilmiyor, sadece içinde o tarifi mümkün olmayan, tanıdık korku. Bedenini saran adrenalinle gerilen kaslar, göğüs kafesinde tamtamlar çalan eski yaşamlarından “Grup Hafıza”…


Bir ses duyduğumu hatırlıyorum hayal meyal, duymuş olmalıyım.

Yoksa deprem mi oldu? Olsaydı dışarı üşüşürdü insanlar.

Camı açıyorum, çıt çıkmıyor, sadece cırcır böcekleri... Gece senfonisi aralıklısız devam ediyor. Yukarı bakıyorum, acaba bebekler bir şey mi düşürdü?

Kulak veriyorum, bir kaç pati tıkırtısı, belki, bir ihtimal...


Hala yataktayım, kalbim 87'lik vuruşta. Yavaşça kalkıp çalışma odasına geçiyorum. Karanlık, daha da korkuyorum ama yapacak bir şey yok, masa lambasını yakıyorum.

 Salon, mutfak, atölye, banyo... Görünürde bir şey yok. Derinlerden uyku hala beni çağırıyor. Yatağa dönüp oturuyorum. İnstagram'da kısa bir tur, başka hayatlar, gerçeklikler... Biraz olsun yavaşlıyor ritmim, kapatıyorum. Su içmeliyim, korkunca su içmek gerek, öyle mi, bilmem. Kalkıp bi bardak su alıyorum, dönüşte çalışma masamda hala açık ışığı söndürecekken takılıyor gözüme, suçlu yerde iki seksen, metal çöp kovasının yanında, dağılmış yatıyor. Bir zamanlar annemlerin Munich’deki evlerinin duvarında asılı duran, sonrasında seneler önce boyayıp, içine bir Rembrandt röprodüksiyonu karaladığım eski çerçeve. 40 yıl sonra bu gece dağılmaya karar vermiş işte, bana o tanıdık korkuyu hatırlatmak için.

Sudan bir yudum alıyorum, o an açılıyor kapı, perde kalkıyor, kaldırımın kenarında oturmuşum, ağustos sıcağı tenimi acıtıyor, birileri elinde su şişesi koşturuyor başıma, iç diyorlar, iyi gelir. İçiyorum. İyi geliyor mu hatırlamıyorum. Dizlerimi görüyorum sonra, kanıyorlar, yolda birbirine girmiş arabalar, balkonlarda insanlar, az önce penceresinden çıktığım arabam kırmızı bir nokta. Yolun karşısında annemi görüyorum, elleriyle ağzını kapatmış, ağlıyor. El sallıyorum, korkma iyiyim, neyseki kimseyi öldürmedim.


Bir doz korku, bir yudum su ve hafızanın bilinç dışıyla ustalıklı çalışması, dün gece zaman makinesi oldular işte.


 İçimize yerleşen onlarca unutulmaya yüz tutmuş ya da etkisini yitirdiğini düşündüğümüz duygular, anılar, yaşanmışlıklar… Her şey belleğimizin sınırsız hatta sürekli genişleyen arazilerinde mülk sahibi. Birgün, bir sebeple göreve çağırılmayı bekliyorlar. Unutulmamak, anlaşılmak, hatırlatmak, öğretmek, iyileştirmek için. En çok ihtiyacımız olan, kollektif hafızamızın tüm parçalarına yeniden sahip çıkabilmemiz için. Ne zaman ki yüzleşmekten korkmayacağız, o zaman değişecek bu düzen.


O güne kadar, hepimiz, tek tek bunu başarana dek, olmadık vakitlerde, olmadık uykulardan uyanacağız. Tıpkı eski bir dostumun yıllar önce K.G. Büchner’den alıntıladığı sözlerdeki gibi…

Aklımda, ruhumda taşırım.

“Her insan bir uçurumdur. Başını döndürür kişinin, aşağı bakınca.”



Hamiş:

Noktalamadan önce verdiğim arada Öyküm Çelik’in instagram yazısı denk geldi.

Kendi KİM’liğini anlatıp sormuş bize de;

Kimsin sen?

Dün gece Atiye’nin finalinde de sorduğu gibi...

Tesadüf mü?Cevabımı Büchner’den alıntılamışken az önce…

Ben bir uçurumum, her birimiz gibi…

Tek kısıtım, sandığım KİM'liğim.

2 views0 comments

Recent Posts

See All

Comments


bottom of page